22 Ağustos 2014 Cuma

Bir fırtına tuttu bizi

Küçük bir kasabada yaşanan hortum felaketini konu alan ‘Fırtınanın İçinde’, görsel efektleri ile dikkat çekiyor. Yönetmen Steven Quale, felaket psikolojisinden ziyade felaketin sinemasal kışkırtıcılığı ile ilgileniyor. Gerçeklik hissini yakalamak için başvurulan çekim teknikleri filmi biraz olsun ayakta tutuyor.Sinemanın beslendiği ve bir yönüyle kışkırttığı duygulardan biri de felaket beklentisi. 11 Eylül sonrası çekilen ‘felaket/kıyamet’ filmlerine bir de bu gözle bakmak faydalı olabilir. İnsanları obsesif kompulsif kişilik bozukluğuna kadar götürebilecek bu beklenti, yaşanan ağır travmalar neticesinde, tıpkı yemek, içmek ve uyumak gibi günlük hayatın rutinlerinden biri haline gelebiliyor. 11 Eylül sonrası Amerikan toplumunun içine düştüğü bu psikolojiyi resmeden en çarpıcı film 2011 tarihli ‘Sığınak / Take Shelter’. Jeff Nichols’ın yönettiği filmde, Michael Shannon’un oynadığı Curtis adlı karakter, 11 Eylül sonrası Amerikan toplumunun stereotipidir. Gözleri ufukta ya da başını göğe çevirmiş halde, sürekli ‘kara bulutları’ gözleyen; büyük bir felaket gelecek düşüncesiyle evinin bahçesine sığınak inşa eden ve çıldırırcasına ailesini bu felaketten korumaya çalışan bir adam... Filmi daha da ilgi çekici kılan ise kimsenin inanmadığı, çevresindeki insanların, dahası ailesinin bile ‘deli’ muamelesi yaptığı Curtis’in nihayetinde haklı çıkmasıdır.Hollywood’u esas aldığımızda Amerikan topraklarına felaket her yerden, her yönden ve herkesten gelebilir. Karadan, havadan, denizden, yerin altından, uzaydan, komşunuzdan, mahallenizden, Rusya’dan, Kore’den, Ortadoğu’dan, Doğu Avrupa’dan, Afrika’dan, Meksika’dan, Çin’den... Doğal felaketlerin yanı sıra dünya dışı müdahaleler, salgın hastalıklar, terör saldırıları vs. işin içine girince ‘tehlike’nin boyutunu tahmin etmek neredeyse imkânsız. Dolayısıyla her an tetikte, hazır ve güçlü olmak gerektiği düşüncesi bir ‘takıntı’ halini alıyor.Bugün gösterime giren ‘Fırtınanın İçinde / Into the Storm’, felaket beklentisini tahlil eden değil, bilakis bu psikolojiyi körükleyen bir film. Bu tür filmlerde olduğu gibi, felaket psikolojisinden ziyade felaketin sinemasal kışkırtıcılığı ile daha çok ilgili. Michigan eyaletinin Silverton kasabası daha önce hiç görülmemiş hortumların şiddetli etkisiyle büyük bir yıkıma uğrar. Aynı gün içinde gerçekleşen bu hortumların peşinde bir de belgesel ekibi vardır. Bu sırada, kasaba lisesinin müdürü Gary, iki oğlunun yardımıyla okulun mezuniyet törenini kayda alma telaşındadır. Büyük oğul Donnie, bir arkadaşının ödevine yardım etmek için kameramanlık görevini küçük kardeş Trey’e bırakır. Fırtına bütün şiddetiyle geldiğinde çoğu insan sığınak ararken, bazıları da hayatta bir kez yakalanabilecek bir çekim yapabilmek için ellerinde kamera, fırtınanın göbeğine doğru gider.HER ŞEY KAYIT ALTINDADaha çok okyanusa kıyısı olan ülkelerde görülen hortum (tornado), son birkaç aydır İstanbul’da da kendini gösterdiğinden bu topraklara ‘uzak’ bir felaket olmaktan çıktı. Hatırlayalım, İstanbul’daki hortum vakalarını, televizyon haberlerinde bile amatör kamera çekimleri ile izlemiştik. Steven Quale’nin yönettiği ‘Fırtınanın İçinde’, böyle çekimlerle dolu. Yönetmen, ‘gerçeklik’ hissini vermek için bütün filmi bir kayıt olarak planlıyor. Sallantılı omuz kamerası, el kamerası, sahte belgesel tekniği... Gerçeklik hissini vermek için bilinen tüm yollara başvuruyor yönetmen. Hatta filmi, felaketi yaşayanların yaptığı amatör çekimler toplamı olarak seyretmek bile mümkün. Mezuniyet töreni için yapılan ve mikrofon tutulan herkesin 25 yıl sonrasına mesaj gönderdiği ilk kayıttan itibaren film boyunca her şey karakterler tarafından kayıt altına alınıyor. Her şeyi kayda alma çılgınlığının finalde varıp dayandığı ‘hayat dersi’ şaşırtıcı olsa da ‘carpe diem’den daha şık bir ‘tümevarım’ bulunabilirdi. Yine de, bu kararı filmi izleyeceklere bırakalım.Öte yandan, 2005’te ABD’nin yaşadığı Katrina Kasırgası’nı mumla aratacak bir felaketi anlatan filmin -ki yıkım görüntüleri ve yıkıntılar içinde insanlarla yapılan mini röportajlar Katrina sonrasını çağrıştırıyor-, felaket psikolojisini ihmal etmesi ciddi bir sorun. Yönetmen, felaketin sinemasal kışkırtıcılığına ve CGI’a (bilgisayar efekti) kendini öyle bir kaptırıyor ki, birkaç yerde bariz devamlılık hatası yapıyor. Senaryonun karakterleri tanıtmadan olaya balıklama dalması da bu ‘görsellik iştihası’nın bir başka neticesi. Karakter gelişimi ise filmde neredeyse hiç yok. Üçüncü sınıf oyunculuklar da bu eksikliklerin üzerine tuz biber ekiyor. ‘Fırtınanın İçinde’, bu yönüyle Roland Emmerich imzalı ‘2012’ filmini hatırlatıyor. Ama bir farkla; ‘Fırtınanın İçinde’ haddini, sınırlarını bilen bir yapım. Görsel açıdan yaşattığı gerçeklik hissi ise ‘2012’ ile kıyas edilemeyecek kadar başarılı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder