14 Ocak 2016 Perşembe

Yazar Sinan Sülün: Dünyayı kurtarmak istiyorsan önce bu fikirden vazgeçmelisin

Yazar Sinan Sülün, 2011 yılında yayımlanan ses getiren ilk öykü kitabı Karahindiba'dan sonra geçtiğimiz ay Kırlangıç Dönümü isimli romanıyla yeniden okurla buluştu. “Dünyayı kurtarma fikrinden vazgeçtikten sonra yazar olmaya karar verdim. Dünyayı kurtarmak istiyorsan önce bu fikirden vazgeçmelisin.” diyen Sülün ile romanı konuştuk.

Öyküyle başladınız, şimdi bir romanla okur karşısındasınız. Öykünün imkânları yeterli gelmedi mi?

Bizde öykücü olan, öykücü kalsın gibi bir beklenti var galiba. Bir biçim öngörülerek yazılamayacağını düşünüyorum. Bir derdim vardı, yazdım, yayınevine götürdüm; bu öykü dediler, peki dedim. Bir derdim vardı, yazdım, götürdüm yayınevine; bu roman dediler, yine peki dedim. Yani ben bir dertten mustarip yazıyorum. Biçimi hiç düşünmüyorum.

Öykücülerin roman, romancıların öykü yazması genelde o kadar iyi karşılanmaz. Bunun için ne dersiniz peki?

Bence yazar kalbinin söylediği şeyi yapmalı, içinden geleni dinlemeli. Aşk gibi... Bunun çok planlanan, hesaplanan bir şey olmadığını düşünüyorum. Aşk da kalbimizin çok ücra bir yerinden geliyor. İster kişiye duyulan aşk olsun, ister ilahi, ister dosta duyulan. Yazmak da oradan geliyor, ikisinin kaynağı aynı yer olunca bu çok hesaplanamaz bir şey. Eleştirilerin yersiz değil ama öğrenilmiş bir şey olduğunu düşünüyorum. Zamanı lineer ve neden-sonuç ilişkisiyle kabul ederseniz, bu soru haklı. Ama ben zamanın lineer ve neden-sonuç ilişkisiyle işlemediğini, hatta her şeyin sonuçtan nedene gittiğini düşünüyorum. Neden öyküden sonra roman, bilmiyorum...

Romana gelelim, iyinin çok iyi olduğu, kötünün de kötü olduğu karakterler var. İyiliğin ve kötülüğün iç içe geçtiği karakterler yazmayı neden tercih etmediniz?

Ali'nin bir yerde babaannesinden aktardığı bir şey var, “Her insan içinde iyiyi ve kötüyü taşır, önemli olan kötüyü bertaraf edip iyi olabilmektir, kıymetli olansa iyiyi de bertaraf edip hiç olabilmektir.” Aslında düşüncem ve kitabın felsefesi bunu anlatıyor. Bir tarafıyla şu da var; dediğin doğru, tırnak içinde bir ‘klişe', zengin kız fakir oğlan, ya da devrimci solcu çocuk burjuva bir aileden gelen kız... Ama klişeler iyidir. Bir derdi ve meramı anlatmak için, herkese ulaşabilmek için ve görünürün altındaki görünmeyeni anlatmak için klişelere ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. İyilerin tamamen iyi, kötülerin tamamen kötü olduğu... Hasbelkader böyle bir şey var, ama bir tarafıyla da yok aslında. Ali çok iyi, Nergis ve Hüseyin de öyle. Ali bizdeki, hepimizdeki iyiliğin vücut bulmuş hali. Ama Ali gibi insanlar var mı dersen, ben bu iyi insanları tanıdım.

Bu bir yandan da romantize, idealize edilmiş bir solcu romanı. Bu tür romanların, hatta belki güzellemelerin günü geçmedi mi?

Solcu güzellemesi nerede var? Bence hiçbir yerde yok. Arkadaşları solcu evet ama Ali belli bir kalıba girmiyor. Ali siyasetüstü bir yerden, sadece merhametle bakıyor. Merhametli olmak solculara özgü bir şey değil, ama ne yazık ki bu ülkede solcular bunu üzerine aldı. İşte burası benim tehlikeli bulduğum bir yer. Ali bir şey değil. Ali iyi olmaktan, hiç olmaktan bahsediyor. Bunun için solcu olmaya gerek yok. Merhametli olmak yeterli. Evet solcular var romanda ama Hikmet Hoca, “Benim tanıdığım en devrimci insan bir köylüydü.” der. Çocukları sabah evden alıp okula götüren... Bence bir güzelleme yok, varsa da merhametli insanlara var.

Rüya sahneleri kitabın en sert bölümleri. Bu kâbuslar nasıl bir boyut kazandırdı size göre?

Ali görünürde bir âşık, merhametli ve iyi bir adam. Ama bu adamın bir de geçmişi var. Bu geçmişi iki türlü anlatabilirdim, ya o döneme gidip çok realist bir şekilde, ya da rüyalar yoluyla. Rüyaları yazarken psikologlarla, araştırmacılarla çalıştım. Ali gibi bir adam nasıl bir rüya görecek ve neler olacak? Ali on senesini hapiste geçiriyor. Hapishanelerde Hayata Dönüş Operasyonu gibi birçok olay oluyor. Sanrılar görüyor, işkenceye maruz kalıyor, zaten hapse de suçsuz yere girmiş... Bunların yansımalarını gerçekçi bir şekilde versem çok sert olacaktı. Vermesem, Ali'de bir şey eksik kalacaktı. Rüyalar o derinliği sağlayabilmek için gerekli bölümlerdi.

Son bölümlerde Ali'nin yakın arkadaşı Deniz'in bir tiradı var. “En yakınımızdaki insanı bile kurtaramazken dünyayı nasıl kurtaracaktık.” diyor. Neden böyle düşünüyor?

Deniz'deki durum şu: İnsanlar dünyayı kurtarmayı düşünür. Ben de üniversitedeyken dünyayı kurtarabileceğimi düşünüyordum. Çok sonra anladım, kendimi kurtaramazken dünyayı nasıl kurtarayım. Dünyayı kurtarma fikrinden vazgeçtikten sonra yazar olmaya karar verdim. Dünyayı kurtarmak istiyorsan önce bu fikirden vazgeçmelisin. İyi bir dünyanın siyaseten yapılamayacağına inanıyorum. John Holloway'in dediği gibi, “Sistemde çatlaklar yaratmak gerekiyor.” Ataşehir'de, penceresinde sardunya yetiştiren insan da devrimcidir, işe gitmeyip o gün parkta kitap okuyan ve kapitalizmi protesto eden kız da. Hepsini bir arada düşünmemiz lazım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder