8 Mart 2014 Cumartesi

Üç boyutlu tarihin unutulmayanları…

Türkiye-Polonya İlişkilerinin 600 Yılı kapsamında Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılan “Uzak Komşu Yakın Anılar” sergisinde Polonya’nın müze, arşiv ve kütüphanelerinden eserler yer alıyor. Sergi 15 Haziran’a kadar açık.Hayatın mucizevi bir macera olduğunu kavrayabilmek, görsel, içsel hafızanın yanı sıra kültür tarihi algısı ve birikimiyle ilgilidir. Loş bir sergi salonunda 17. yy'da bakır bir levha üzerine çizilmiş Tuna Irmağı'nı geçtiği ülkeleri gösteren haritada varlığını unutan bir seyyah misali dolaşırken, edebiyatçı Claudio Magris'i düşünüyordum. Avrupa'yı baştan başa geçen ve her geçtiği ülkeye damgasını vuran o efsane nehrin etkilediği tarihi, yazarları, sanatçıları derin bir bakışla anlattığı kitabı ‘Tuna Boyunca', yazı sanatının üç boyutlu resmini göstermişti bana. Unutulanları canlandırma üslubu bu kıymetli mirası farklı kılıyordu. Benzeri duyguları evvelki gün “Uzak Komşu Yakın Anılar” sergisini gezerken de hissettim. Bir tarihi canlandırmak sadece haritaları, resimleri, savaş ganimetlerini, padişah portrelerini, diplomatik belgeleri, dekoratif nesneleri sergilemekten ibaret değildir çünkü. Geçtiğimiz gün Sakıp Sabancı Müzesi'nde ‘Türkiye-Polonya İlişkilerinin 600 Yılı' üst başlığıyla açılan serginin hedeflediği, Müze Müdürü Dr. Nazan Ölçer'in de söylediği gibi, Polonya'daki müze, kütüphane, arşiv, manastır ve kilise koleksiyonlarından alınan her objenin dönemsel ‘muhatabını' bulmak. Tarihi ilişkiler, dönemin sanatı, kültürel iklimi ancak böyle bir bakışla anlatıldığında canlı ve anlamlı kılınabiliyor. Ölçer, başlangıçta “Kilise ileri gelenlerinin kim bilir kaç merasimde kullandığı giysilerle dönüşerek saklanan Türk kumaşlarının, hediye edilen veya savaş meydanlarında geriye kalan çadır ve silahların, cephede tutulan günlüklerin, bizlere üç boyuta bürünmüş bir mesaj vermesini istedik.” demişti. Sergi, bu dipnotun ışığında izlendiğinde, 600 yıllık bir geçmişe bugünün bakışıyla dokunabilen ‘insani' yanını da görebiliyorsunuz. Eşyanın varlığı ve farklı kültürler, muhatabıyla hayat bulduğunda Tuna Nehri gibi büyük bir denize açılarak kaynağıyla tamamlanıyor. Yaklaşık 350 eserin yer aldığı geniş sergide, beni en çok etkileyen objeler, yine savaşlar sırasında tutulan günlükler, belgeler, elyazmaları oldu. Onlarla birlikte müthiş bir işçilikle imal edilmiş Osmanlı çadırını, Bursa'da üretilen ayin kıyafeti kumaşlarını, kuşakları, duvar halıları, işlemeli haşaları, seccadeleri asırlardır özenle saklayan tarih bilincine gıpta ederken, bizde bu zihniyetin artık çok güçlü olmamasına da biraz öfkelendim doğrusu. Tarih kitaplarında yalan yanlış ezberletilen ‘Karlofça Antlaşması'nın (Osmanlı Belgesi) orijinal metnini ve çevirisini okurken ‘nihayet' diye gülümsedim. Lehistan'ın en zor dönemin Kralı III. Jan Sobieski'nin sadece hırslı bir politikacı olmadığını, aynı zamanda cömert bir sanat koruyucusu olduğunu belgeleriyle görmek beni heyecanlandırdı. Tören davullarının tok sesini, üzengilerin içinden geçen asker botlarının, işlemeli kadife kumaştan yapılan eyerlere sürtünen bacakların sessiz çığlıklarını işittim. Sultan II. Osman'ın bahçelerde koştururken savrulan entarisinin rüzgârlı hışırtısı müze salonunda kısacık bir yankılandı sanki. Savaş sahneleri resmiyle tanınan Polonyalı ressam Josef Brandt'in ‘Hotin Muharebesi' resminin önünde durup çarpışan süvarilerin gerisindeki dumanlı gökyüzünde savaşın korkunç ışığını gördüm. Yeri gelmişken; savaşların destanlaştırılmasına karşı olan biri olarak, bu tür tabloların, gravürlerin sergilenmesinin savaşın kutsanmasına değil, tersine tarihin doğru okunmasına yardımcı olacağını düşünüyorum. Viyana Kuşatması'nda Osmanlı askerinin şehri yağmalamamak için kanalizasyon yollarını kullanarak ölümü göze alması, geriye dönük bu bakış vesilesiyle Eminönü'ndeki Valide Sultan külliyelerinin inşa hikâyelerini, 19. yy'da Osmanlı topraklarına sığınan Polonyalıların yaptıklarını öğrenmek, Sultan Abdülaziz'in saraya davet ettiği Polonyalı ressam ve müzisyenlerin karşılıklı etkileşimini anlayınca bütünlük kazanıyor. Serginin girişinde son yıllarda kaçınılmaz olarak moda olan ‘Hürrem Sultan'ın dizilerde seyrettiğimiz, hatta burada resmedilenlere pek benzemeyen ilginç bir portresi var. 17. yy'ın ikinci yarısında yapılmış. Hangisi bize sunulan gerçeğe daha yakın bilmiyorum. Kültür tarihçileri iyi bilir; geçmiş onu canlı tutanlarla değerlenir, geleceğe kendini yenileyerek akar. Hölderlin, ‘Tuna'nın Kaynağı' şiirinde, “Güneşin parlayan ışınları altında nehir geçip giden hayat gibi akıp gider, ama ışığı yansıtıyor olması optik bir yanılsama gibidir, görünüşün baştan çıkarıcılığıdır bu.” diyordu. Yanılsamanın güzelliğiyle hakikatin buluştuğu farklı kültür tarihi sergisi olmuş ‘Uzak Komşu Yakın Anılar'.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder