18 Temmuz 2014 Cuma

Sinyale inanma sinyalsiz kalma

Bağımsız bir bilim-kurgu örneği olan ‘Sinyal’, türler arasında keskin çizgilerle ve kolayca geçiş yapan anlatım dili ile dikkat çekiyor. Film, ilk yarısındaki heyecan ve merak duygusunu bir süre sonra kaybediyor.Bağımsız bilim-kurgu filmi ‘Sinyal’, ilk yarısında tetiklediği heyecan ve merak duygusunu, ikinci yarıda yavaş yavaş elimizden alıyor. Verdiği burukluk ile 2012 yapımı ‘Tetikçiler / Looper’ filmini hatırlatıyor.Kendi halinde iki hacker olan MIT üniversitesi öğrencisi Nick ve Jonah, arkadaşları Haley’i yeni okuluna götürmek için yola çıkar. Yolculuk sırasında Nick ve Jonah, ‘Göçmen’ adlı bir hacker’dan sinyal alır. Bunu bir meydan okuma olarak gören iki kafadar, Göçmen’in yerini tespit eder. Onu görmeye gittiklerinde ise harabe bir barakayla karşılaşırlar...‘Sinyal’, bilim-kurgu evrenine varmadan önce birkaç durağa uğruyor. Gençlik filmi kodlarıyla başlayıp yol hikâyesi tadında devam eden film, rotayı aniden korku sularına çeviriyor. ‘Blair Cadısı’ efektiyle kotarılan baraka bölümü, korku klişelerine dokunup geçtikten sonra salgın filmlerinin sahasına giriyor. Bir süre burada oyalanıp seyircinin merakını yeterince köpürttüğüne kanaat getirince erken bir firar olayı ile yeniden yol hikâyesine dönüyor. Derken, kaçakların izinin sürüldüğü bir western tadında ilerliyor bir süre. Finale geldiğinde ise ‘Truman Show’ şıklığında ama sert bir geçişle bilim-kurgu evrenine dalıyor.YÜRÜYELİM Mİ, KOŞALIM MI?2012 yapımı bağımsız bilim-kurgu örneği ‘Looper’, atmosfer kurmadaki ve zamanda yolculuk temasını yeniden üretmedeki başarısını hikâye anlatımında gösteremediği için belli bir seviyeyi geçememişti. Sinyal de aynı dertten mustarip. 97 dakikalık süresinde türler arasında bu kadar keskin çizgilerle ve kolayca geçiş yapıp da rahatsızlık vermeyen ‘Sinyal’in fikir planındaki parıltısı, hikâye anlatımındaki zaaflarından dolayı hedefe ulaşamadan sönüp gidiyor. Fakat ‘Sinyal’, garip bir şekilde, gösterdiklerinin ötesinde, anımsattıkları ve çağrışımlarıyla kendi halimizi seyretmeye yönelik bir okuma penceresi açıyor. Film, kabuğunu kırma metaforundan hareketle Amerikan gençliğinin içinde debelendiği sıkışmışlık duygusunun yansıması şeklinde okunmaya müsait. Başkalarının bilgilerini çalan iki hacker’ın hayatının uzaylılar tarafından çalınmasından yola çıkarak bambaşka bir alana da varılabilir. Sadece Amerikan gençliği değil, genel olarak gençliğin içine düştüğü sıkışmışlık duygusu...Hadi kendimizi soyutlamayalım; bu topraklarda yaşayan bizler de, kaç nesildir aynı fasit dairede dönüp duruyoruz. İsimler ve takvimler değişiyor ama aynı küçük, dar ve boğucu kabuğun içinde debelenip duruyoruz. Çağın dejavu mahkumları olarak her nesilde aynı dersten kalan tekrarlı öğrenciler gibiyiz. Öyle ki, yaşadığımız hadiseler karşısında “Biz bu filmi görmüştük.” diyecek kadar bir farkındalığımız bile kalmadı. Kötülüğün her gün daha derin, daha karanlık çukurlara yuvalandığını gördükçe hayret duygumuzu da kaybettik. ‘Sinyal’deki genç Nick, içinde bulunduğu kabuktan iyice bunalınca kendisine monte edilen takma ayaklar ile delice koşuyor. Hapsolduğu duvarları yıkmak için çılgınca koşuyor ama vardığı yerde daha büyük bir duvarla karşılaşıyor. Tanıdık geldi mi? David Le Breton’ın eşsiz güzellikteki kitabı Yürümeye Övgü’yü hatırlayalım: “Yürümek, ruh yetmezliği yaşamaktır, daha doğrusu ruh yetmezliği yaşayıp kendini kendinden dışarı atmaktır. Kendine katlanamadığın noktada kendinle barışmak için kendini yollara vurmaktır.’’ Wong Kar-wai’nin birbirine değip geçen hayatları resmederken, zamanın herkes için farklı akıp gittiğini fısıldadığı filmi ‘Chungking Express’te 223 numaralı polisi getirelim gözümüzün önüne. Takeshi Kaneshiro’nun oynadığı polis, her sabah ayrılık acısını ve dertlerini unutmak için koşuyordu. Koştukça unutuyor, unuttukça koşuyor. Tekrar Yürümeye Övgü’ye dönersek: “Coşkulu bir yürüyüş çok büyük olasılıkla, her türlü dar kafalılıktan ve gururdan, kibirden uzaklaştırmıştır sizi ve içinizdeki merak duygusunun özgürce harekete geçmesini sağlamıştır.” Keşke! Yanlış sinyallerin peşine takılıp geldiğimiz nokta gün gibi ortadayken hepimizin daha çok yürümeye ve her gün daha coşkulu yürüyüşlere ihtiyacı var. Hatta belki de koşmaya!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder