12 Eylül 2015 Cumartesi

Göç, hiç bitmeyecek

İlk insandan bu yana hep göçmekte olduğumuzu düşündünüz mü? Ya da bu göçün kıyamete kadar süreceğini... Perili Köşk'te açılan “Görünenin Ardındaki” sergisi, beş çarpıcı eserle son yılların en önemli konusunu sarsıcı bir şekilde dikkatlere sunuyor. Borusan Contemporary'nin aynı mekândaki diğer sergisi ise artık gelenekselleşen, Necmi Sönmez küratörlüğündeki koleksiyon sergisi “Tutku”.

‘Göç' artık hiçbirimizin uzağındaki bir konu değil. Kendimize dokunan kısmıyla, Suriyeliler geldiği için artan kira fiyatları da bir sohbetin konusu olabiliyor, sokaklarda Arapça konuşan insanların çokluğu da; lüks alışveriş merkezlerinde durmadan harcama yapanları da konuşabiliyoruz, köşe başlarında dilenen, çoluk çocuğuyla kaldırımlarda uyuyan yardıma muhtaç Suriyeli mültecileri de… Bir de medyadan, Akdeniz'de, Ege'de batan teknelerin, boğulan mültecilerin haberlerini okuyor, üzülüyoruz. Fakat bir şeyi çok az konuşuyoruz: Sayıları her gün artan mültecilerin yerinden yurdundan niçin ve nasıl sürüldüklerini, onları ‘öteki'leştirdiğimizi, iyi bir yaşam için uygun şartlar hazırlayamadığımızı… Geçtiğimiz hafta Aylan Kurdi'nin çocuk bedeni Bodrum'da sahile vurmasaydı, Yunanistan karasularında mülteci botları zıpkınla ‘avlanmaya' devam edecekti belki de, ya da bir şekilde ulaştıkları Avrupa sınır kapılarında kimse onlara kucak açmayacaktı.

Borusan Contemporary, geçtiğimiz hafta cumartesi günü Rumelihisarı'ndaki Perili Köşk'te “Görünenin Ardındaki” sergisiyle bu konuya kalbinden dokunan bir sergi açtı. Küratör Christiane Paul, üç sanatçı tarafından hazırlanan 5 eser seçmiş bu sergi için. En çarpıcı çalışma Polonyalı sanatçı Krzysztof Wodiczko'nun ilk kez 2009 yılında Venedik Bienali Polonya Pavyonu'nda gösterilen “Misafirler” isimli eseri. Bu çalışmada puslu pencerelerin ardından Çeçenistan, Ukrayna, Vietnam, Romanya, Sri Lanka, Libya, Bangladeş gibi ülkelerin göçmenlerine ait siluetleri görüyoruz. Bu göçmenler ya camları siliyor, ya dinleniyor ya da çeşitli günlük aktivitelerde bulunuyorlar. Aralarında konuştukları konu hep aynı: Nasıl ve neden göçmek zorunda kaldıkları, göçtükleri ülkelerde karşılaştıkları zorluklar... Yani birbirine benzeyen onlarca hikâye. Diğer sanatçı ise Michal Rovner. Onun işlerinde, durup dinlenmeksizin yürüyen minik insan figürleri var. İlk insandan bu yana süren daimi göçü, nereden gelip nereye gittiğimizi sorgulayan üç çalışmadan biri, “Parçalanmış Zaman” ismini taşıyan ikiye ayrılmış büyük bir taştan oluşuyor. Galerinin hemen girişinde yer alan biraz gürültülü eser de Zimoun'un hareketli 240 karton kutusu. Küratör Christiane Paul ile göç meselesini ve sergiyi konuştuk.

Göç sorunu son yıllarda ülkemizde en fazla konuşulan konulardan biri. Siz nasıl bu konuya yöneldiniz?

Bu konu üzerine düşünmeye başladığımda göç konusu üstünde durmamıştım ama özellikle son zamanlardaki olaylar sergiyi kavramsallaştırdı. Bir yıl önce daha çok güvensizlik, istikrarsızlık, güven duygusu gibi genel atmosfer üzerine odaklanmıştım. Tabii ki politik anlaşmazlıklar, dini, etnik sebepler, terör saldırıları, Arap baharı gibi sorunların sonucu olarak göç krizi vardı ama bugünküyle kıyas edilemez. Yani, daha geniş bir politik içerikten yola çıktı ama özellikle son haftalarda yaşanan olaylarla göç sorunu çok fazla ön plana çıktı. Ne olduğunu-olacağını bilmemek, sistemlerin çok kompleks ve şeffaflıktan uzak işlemesi… Bir şeyi anlamak için ciddi bir araştırma yapmak gerekiyor. Aksi halde bu durum çok rahatsız edici. Geçtiğimiz günlerdeki haberlere baktığımızda, çoğunlukla bu mültecilerin nereye gitmeye çalıştıklarını, nereden geldiklerini anlayamıyorsunuz. Sergi daha çok bu güvensiz ve istikrarsız atmosferi yansıtmaya çalışıyor.

Sergide beş eser var. İşleri nasıl seçtiniz?

Farklı perspektifler sunan işleri bir araya getirmek istedim. Mültecileri en görünür şekilde ele alan iş Krzysztof Wodiczko'nun Misafirler'i. Çok zaman önce yapılmış bir çalışma ama bugün de farklı insanlarla, farklı hikâyelerle yapılabilir çünkü hâlâ çözülmemiş problemler var. Göçmen nosyonu bir noktaydı ama diğer üçü, insanların nereden gelip nereye gittiklerine dair somut örnekler veriyor. Michal Rovner'ın işine baktığınızda çok daha geniş bir perspektif görebilirsiniz insanlık adına. Oradaki kaya, geçmiş zamanlara ait gibi duruyor. Aşınmış; öbür tarafta insanların durmadan bu aşınmış yollar üzerinde yürüdüklerini ve dünya var olduğu müddetçe de yürüyeceklerini görüyorsunuz. Burada zamanın kendisi de bir materyal haline geliyor. Bu tabii ki çok geniş bir çerçeve. Bütün bu projenin yaptığı, bize duygusal olarak karşılık vermek ve sorular üzerine düşünmek için bir alan yaratmak. Zimoun'un işine baktığında bazıları depremi düşünürken bazıları da o kutularda insanları görüyor.

Peki, Wodiczko'nun bir tonluk taşı buraya nasıl taşındı?

Süreçten bahsedeyim. Aslında oldukça zor oldu galeriye getirmek. Çok ağır. Ve onu başta dördüncü kata yerleştirmek istemiştim ama lojistik sebeplerle bu mümkün olmadı. Galeride yerleştirebileceğimiz sadece iki alan vardı. Bu taşın ne olduğunu bilmiyoruz. Sanatçı da hatırlamıyordu ama onun bir su kaynağı olduğunu sanıyor. Çünkü ortasına doğru suyun akış izleri var. Bu da suyun akışı ve insanların da içine akması gibi bir anlam katıyor. Bu taşın temsil ettiği tarih ve tarihsellik de önemli, insanoğlunun zamanın katmanlarında bir yer değiştirmesi var. Çünkü insanlar durmadan bir yerlere gidiyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder