1 Eylül 2015 Salı

Yaşattığın bütün kâbuslar için teşekkürler!

Bir neslin kâbuslarını şekillendiren Wes Crawen dün 76 yaşında göçtü bu dünyadan. Her nesil yaşamıştır bunu; bazı insanlar ölünce sizin çocukluğunuzu da yanında götürür. Geçen yıl bu zamanlar Robin Williams, bizim kuşağın hayallerini, umudunu, gençliğini de beraberinde alıp gitmişti. Şimdi de kâbuslarımız gitti Wes Craven'le birlikte.

Korkuyla izlediğim ilk film hangisiydi? Şüphesiz Freddy Krueger'dan önce de ekranda korkunç şeyler görmüştüm ama Freddy diğerlerine benzemezdi. El ayak çekilip de ışıklar kapanınca yatağıma kadar gelir, silüetini odanın duvarlarında gezdirirdi. Ben uyurken yatağımın altındaydı hep. Uykuya daldığım anda o kanca gibi ellerini her an üzerime atmaya hazır şekilde uzanırdı orada. Sokağın başından bir ses gelirdi kimi zaman; pekala Freddy olabilirdi! Sokak bekçisinin düdüğü de uzaklaşınca Freddy'nin iyice yaklaştığını hissederdim. O saatte başka kim olacaktı! Uzun süre bu şekilde yaşadık onunla. Büyümek böyle bir şey herhalde; önce kâbuslarınız ölüyor.

ELM SOKAĞI'NDA KÂBUS

Bir neslin kâbuslarını şekillendiren adam dün öldü. Elm Sokağı'nda Kâbus ve Çığlık serilerinin yönetmeni Wes Craven, 76 yaşında göçtü bu dünyadan. Her nesil yaşamıştır bunu; bazı insanlar ölünce sizin çocukluğunuzu da yanında götürür. Geçen yıl bu zamanlar Robin Williams, bizim kuşağın hayallerini, umudunu, gençliğini de beraberinde alıp gitmişti. Şimdi de kâbuslarımız gitti Wes Craven'le birlikte.

1984 yapımı Elm Sokağı'nda Kâbus, ülkemizde 1990'da gösterime girebildi ancak. Ben de birçok insan gibi televizyonda izledim. Salondan çıkışta unutulan milyar dolarlık filmlerin yanında hazine gibi... Şimdi düşünüyorum da korku filmlerine mesafeli yaklaşmamda Elm Sokağı'nda Kâbus'un etkisi olmalı. Kâbuslarımın mimarına bir teşekkür borçluyum. Bana öyle bir kâbus verdi ki, çocukluğumu uzattı.

Wes Craven, illa ki Elm Sokağı'nda Kâbus, Çığlık ve Tepenin Gözleri serileri demektir. Fakat onun filmleri her şeyden öte, ironiyle örülür. Bütün o ‘korkutucu' filmleri bu gözle izlendiğinde ortaya bir ironi ustası çıkar. Seyirciyi korkutmadığı nadir filmlerinden Paris, Seni Seviyorum'daki ‘edebî;' dokunuşunda bunu daha net görürüz.

Ünlü yönetmenlerin Paris üzerine çektiği kısa filmlerden oluşan Paris, Seni Seviyorum'da Craven'in yazıp yönettiği Pere-Lachaise bölümü ünlü yazarların medfun bulunduğu mezarlıkla aynı ismi taşır. Pere-Lachaise mezarlığında Oscar Wilde'ın mezarını bulmak için dolaşan balayındaki bir çiftin hikâyesini konu alan bu kısacık filmde Wes Craven, ironinin âlâsını yapar. Filmde erkeğin iş takvimi dolu olduğu için evlilik arefesinde ‘erken' balayına çıkan çiftten kadın olanı, sırf erkeğin mizah duygusu olmadığı için, Oscar Wilde'ın mezarı başında müstakbel kocasıyla evlenmekten vazgeçer. Sebebi basittir: “Gülmeden geçen bir hayat, hayat değildir ki!” Emily Mortimer ile Rufus Sewell'in oynadığı filmde erkeğin cevabı şöyle olur: “Bir kocadan ne bekliyorsun ki; maskaralık mı?”

ÇIĞLIK

Bu kadarla bitmez; evleneceği kadın ile Oscar Wilde'ın mezar taşını öptüğü için dalga geçen adam, ayağı takılıp tökezleyince mezar taşını mecburen öper. Kalktığında ise Oscar Wilde'ın hayaliyle konuşur. Wilde'ın aşka dair tavsiyelerine kulak vererek sevdiği kadının peşinden gider ve kendini affettirir. Bu kısacık filmin kilit karakteri yine bir ölüdür.

Çocukluk kâbusumuz sona erse de yetişkinlik kâbusumuz devam ediyor. Bizi güldürmeyen adamlarla geçiyor ömrümüz. Sahi, ülkenin üstüne bir kâbus gibi çökenlerin ruhumuzda, bugünün çocukları ve gençlerinin ruhunda açtığı yaralar ne olacak?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder