10 Ekim 2014 Cuma

Mutluluk hiçbir şeydir, imaj her şey!

David Fincher’ın yeni filmi ‘Kayıp Kız’, mutsuz bir aileden yola çıkarak bireysel ve toplumsal anlamda kurumsallaşmış olan imaj sahtekârlığını yüzümüze çarpıyor. Modern bir Anna Karenina uyarlaması olarak da okunabilecek film, beşinci evlilik yıldönümünü kutlamaya hazırlanan evli bir çiftin üzerindeki imaj perdesini çarpıcı hamlerle yırtıyor.“Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.” (Anna Karenina, Leo N. Tolstoy)Geçen yüzyılın sonunda ‘müjdesi’ verilen bilgi çağının ve beraberinde gelen akıl almaz teknolojik gelişmenin bizi ikiyüzlü bir ‘imaj çağı’na mahkûm edeceğini kim bilebilirdi? Görüntünün, hakikat dahil her şeyi perdelediği, içinden çıkılması güç bir hapishanedeyiz artık. The Truman Show’un (1998) imajların kurmaca dünyasında yaşayan ana karakterini hatırlayalım. Hani filmin sonunda o ‘yalan dünya’nın çeperini yırtıp ‘gerçek dünya’ya adım atıyor ya... Şimdinin gözüyle bakınca ne kadar da naif! İmajlar hapishanesinde mutlu-mesut yaşayıp giden günümüz insanının kabuğunu kırabileceği öyle bir dünya kalmadı.Yaşayıp durduğumuz imaj hapishanesi sadece yalan ve riya üzerinde yükselmiyor. Zemininde, kapitalizm ile postmodernizmin sıkı işbirliği sonucu yayılan tüketim ekonomisi yatıyor. Bu muazzam çark, bireye ait bütün özel ve mahrem alanları, onun duygularını, zamanını, birikimini, düşüncelerini, topyekun hayatını ‘piyasa ekonomisi’ içinde alınır-satılır bir meta haline getiriyor. Daha ürkütücü olanı ise bireyin hiçbir zorlama ve baskı hissetmeden, bu çarkı yürütmek için üzerine düşen hemen her şeyi gönüllü olarak yapmasıdır. Kapitalizmin en acımasız haliyle yaşandığı ülkemiz, hiç şüphesiz imajlar hapishanesinin en mümtaz şubesi. Özellikle son 10 aydır (bir yönüyle 12 yıldır) yaşadıklarımız, imajların ve algıların her alanda galip geldiğini gösteriyor. ‘En azından şimdilik’ diyelim de geleceğe dair umudumuz saklı kalsın.MUTSUZLUĞUN RESMİNİ ÇİZEBİLİR MİSİN?Bu haftanın menüsünde imaj, riya, mutluluk ve mutsuzluk üzerine kafa yorabileceğimiz sıkı bir film var. David Fincher’ın yeni filmi ‘Kayıp Kız / Gone Girl’, mutsuz bir aileden yola çıkarak bireysel ve toplumsal anlamda kurumsallaşmış olan imaj sahtekârlığını, yani riyayı yüzümüze çarpıyor. Modern ve serbest bir Anna Karenina uyarlaması olarak da okunabilecek film, beşinci evlilik yıldönümünü kutlamaya hazırlanan evli bir çiftin üzerindeki imaj perdesini sinsi, kurnaz ve çarpıcı hamleler ile yırtıyor. Mutluluk kılıfının altındaki mutsuzluğu hiç acele etmeden, kazıya kazıya gösteriyor seyirciye.New York’lu yazar Nick ve çocukluğundan itibaren bir ‘proje’ gibi yaşayan karısı Amy’nin parıltılı hayatı beşinci evlilik yıldönümlerinde sarsılır. O sabah Amy esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolur. Evde boğuşma izleri vardır. Nick, şüphe uyandırıcı davranışları ve kendisinden beklenen hüznü takınmadığı için polisin bir numaralı şüphelisi olur. Amy’nin kaybolması ve cinayet şüphesi, onların evliliği üzerindeki gizemi de gündeme getirir. Polisin yürüttüğü soruşturma, komşuların, kasaba halkının ve medyanın da dahil olmasıyla karmaşık bir hal alır.2011’de Ejderha Dövmeli Kız’ın yeniden çevirimiyle biraz hayal kırıklığına yol açan yönetmen David Fincher, ‘Kayıp Kız’ ile ustası olduğu polisiye-gerilim sularına dönüyor. ABD’li yazar Gillian Flynn’ın filme kaynaklık eden aynı adlı romanı, özellikle ustalıklı kurgusu ve güçlü kadın karakteriyle öne çıkıyordu. Roman, ülkemizde Artemis Yayınları etiketiyle geçtiğimiz yıl yayımlanmıştı. Senaryoyu Flynn’a emanet eden Fincher, kitabın kurgusunu bir adım ileriye taşıyarak gerilimi ve gizemi daha da artırıyor. Açılışta Nick’in seslendirdiği şu cümleler, ne kadar güvensiz, gerilimli ve gizemli bir evlilikle karşılaşacağımızın ipuçlarını veriyor: “Ne düşünüyorsun Amy?.. Evliliğimiz boyunca dile getirmesem bile, içten içe, sürekli sorduğum soru bu. Sanırım bu tür sorular tüm evliliklerin kaçınılmazı: Ne düşünüyorsun? Neler hissediyorsun? Sen kimsin? Bize ne oldu? Şimdi ne yapacağız?”Yönetmen, ana hikâyeyi polisiye kayıp olayı üzerinde yürütüyor. Perdeye yansıyan tarih düşürmeler sayesinde zaman ile oynama kozunu elinde tutuyor. Böylece ihtiyaç duyduğunda kaybolma olayında iz sürülen kronolojik zamanı bir kenara bırakarak ‘anı-bellek zamana’ geçiş yapabiliyor. Bu ustalıklı geçişler, Nick ve Amy’in üzerindeki gizemi ortadan kaldırmak yerine gerilimi ve merak unsurunu daha da artırıyor. Çünkü Nick’in dış sesiyle başlayan hikâye anlatımı usta bir hamle ile Amy’ye geçiyor. Gizem perdesi aralandığında bile yönetmenin kurguladığı gerilim sona ermiyor.Yıllardır kayıp olan Hollywood’un ‘yönetmenler kuşağı’nı yeniden diriltebilecek isimlerden biri olan Fincher, hayranı olduğu Hitchcock’un gerilim ruhunu ‘Kayıp Kız’ın tekinsiz atmosferine ustalıkla yansıtıyor. Oyuncu seçimiyle de takdiri hak eden filmde Rosamund Pike üst düzey bir performans sergilerken Ben Affleck, kariyerinin en iyi rolünü çıkarıyor. Dedektif Boney’de Kim Dickenson, kız kardeş Margo’da Carrie Coon ve filme tehlikeli bir Muhteşem Gatsby efekti katan Neil Patrick Harris de hikâyeye ruh katan oyuncular. ‘Kayıp Kız’, yılın en iyi filmleri arasına adını şimdiden yazdırıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder