18 Ekim 2014 Cumartesi

Yönetmenler, sansürü delecek kadar zeki olmalı

Dünyaca ünlü yönetmen Abbas Kiyarüstemi, 51. Altın Portakal Film Festivali kapsamında dün ustalık dersi (masterclass) verdi.Alin Taşçıyan'ın moderatörlüğünde, yönetmen Faysal Soysal'ın Farsça çevirisiyle gerçekleştirilen söyleşide Kiyarüstemi, sansürden sanata bakışına, filmlerinin vazgeçilmezi yollardan zaman mefhumuna kadar sorulara içtenlikle cevap verdi. Hatta görüntü yönetmeni arkadaşı Seyfullah Samedyan'ın bir sorusu üzerine şair, fotoğrafçı, yönetmen, düşünür Kiyarüstemi'nin aynı zamanda mahir bir marangoz olduğunu da öğrendik. Samedyan, yıllara dayanan dostluğuna istinaden mikrofonu alıp “Bu kadar yeteneğiniz içinde hepsini kuşatacak şekilde hangisini yapmak isterdiniz?” sorusunu yöneltti Kiyarüstemi'ye. Usta yönetmenin cevabı ise “Ben hangi işi yapacaksam en iyisini yapmak isterim. Marangozluk ise sadece marangozluk, şiirse sadece şiir, yönetmenlikse sadece yönetmenlik. Ama sanat ve fikri işler insanın zihnini çok yoruyor. Marangozluk benim zihnimi dinlendiriyor.” Festivalin en yoğun katılımına sahne olan etkinlik olarak kayda geçen Abbas Kiyarüstemi masterclass'ı, yönetmenin 2006'da çektiği 30 dakikalık ‘Yollar' filminin gösterimiyle başladı. Dolayısıyla usta yönetmen ilk olarak yolların ve zamanın kendisi için öneminden, Doğu kültürü ve insan hayatı için de bir ‘tercih' anlamına geldiğinden bahsetti: “Hepimiz bir yolu tercih ederiz, ama bu tercih gerçekten bizim midir, yoksa başkalarının bize yaptırdığı tercihler midir, ona bakmak gerek.” İtalya ve Japonya'da çektiği son iki filmi hakkında, kendisi için önemli olanın o coğrafyalarda da kendi dertlerini anlatabilmek olduğunu söyledi. “Benim için her film bir tecrübedir” diyen Kiyarüstemi, dilini ve kültürünü bilmediği ülkelerde film çekmesinin, farklı kültürlere ve dillere rağmen insanlık dertlerinin aynı olduğunu göstermek amacı taşıdığını belirtti. “Sizin için kimlik nedir?” sorusuna ise “Kimlik, yönetmektir. Benim İran pasaportum var. Ama yönetmen olarak bununla yetinemem. Eğer kimlik ve sınırlar bu kadar önemli olsaydı, bugün burada bunları konuşamazdık. Nasıl ki işçiler dışarıda çalışıp akşam evine geliyor. Ben de öyleyim; filmimi çektikten sonra Tahran'daki evime dönüyorum. Başka bir yerde yaşayamam. Ama yurtdışında başkalarıyla çalışırken tecrübe ettim ki yabancılarla da çalışabilirim, hatta yaşayabilirim. Bize televizyonlarda insanların kültürlerinin, dillerinin ve dinlerinin farklı olduğu, hatta bazılarının düşman olduğu söylendi. Ama tecrübeyle gördüm ki kültürlerimiz çok farklı değil. Hatta dinler arasında bile çok fark yok. ” cevabını verdi. YENİ FİLMİNİ ÇİN'DE ÇEKECEK Söyleşide, Kiyarüstemi'nin İtalya'da çektiği ‘Aslı Gibidir' ve Japonya'da geçen ‘Aşık Biri Gibi / Like Someone in Love' filmlerinden sonra yeni filmini Çin'de çekeceğini de öğrendik. Hayatı boyunca iki filminin etkisinde kaldığını söyleyen Abbas Kiyarüstemi, filmleri çektikten sonra kendisinin de bir seyirci olduğunu ve onları eleştirdiğini belirtti. ‘Yakın Plan' (1990) ve ‘Şirin' (2008) filmlerinin kendisi için özel bir yeri olduğunu söyleyen usta yönetmen, “Yakın Plan ve Şirin, zaman geçtikçe derinliği artan iki film. Ama biliyorum ki, ben onları yaparken bu derinliğin farkında değildim. Bu iki filmi de defalarca izledim ve her izlediğimde yeni bir şey görüyorum.” dedi. Bir filmin iyi olup olmadığının seyirci beğenisine, gişe ya da ödül başarısına göre belirlenemeyeceğini düşünen Kiyarüstemi, bu konuda tek ölçütün filmin 30 yıl yaşaması olduğunu ifade etti. Abbas Kiyarüstemi, bir soru üzerine, galasına katıldığı Ulusal Uzun Metraj Yarışma filmlerinden Balık hakkında da değerlendirme yaptı. Balık'ın duygusal bir film olduğunu söyleyen Kiyarüstemi, “Her şeyi yönetmene vermek istemiyorum. Mekanlar ve görüntülerin etkisi de çok iyiydi. Bu açıdan, siz Türkler çok şanslısınız. Film çekmek için çok güzel mekanlara sahipsiniz.” Sansür konusunda konuşan İranlı yönetmen, filmlerinin 18 yıldır İran'da gösterilmediğini hatırlattı. “Benim filmlerim sansüre uğramadı, sadece gösterilmedi” diyerek ironik bir yaklaşım sergileyen yönetmen, sansürün bazı kötü yönetmenleri meşhur ettiğini düşünüyor. “Ben filmi makaslanıp da sonra bunun mağdur edebiyatını yaparak ünlenen yönetmenlerden değilim.” diyen Kiyarüstemi'ye sansürle mücadele konusunda yönetmelere de görev düşüyor: “Yönetmenler o kadar zeki olmalı ki, eğer bir sansür kurulu varsa, oradan geçebilecek filmler yapmalı. Sansürün ya da otoritenin onun film çekmesini engellemesine izin vermemeli. Bu, iktidara itiraz edilmesin demek değil; itirazın üslubu ve yöntemine dair. Eğer bir iktidarı, otoriterlik ya da diktatörlükle suçluyorsan ve ona diktatör diyen bir film yapıp sonra da bunu illa göstereceksin diyorsan bu çelişki değil mi? O zaman, iktidar mı otoriter oluyor sen mi?” Kiyarüstmi, sansürün yol açtığı ‘mağdur edebiyatının' İran sinemasını kötü etkilediğini savunuyor: “İran'da iktidar karşıtı söylemler kullanarak en iyi filmi yaptığını iddia eden o kadar kötü yönetmenler çıktı ki, bu İran sinemasını ve genç yönetmenleri de olumsuz yönde etkiledi. Ben 18 yıldır filmleri İran'da gösterilmeyen bir yönetmenim. Çok rahat ve zengin olduğumu düşünmeyin. Ama sansür de olsa, insanlara ulaşmak için öyle bir yöntem bulmalısınız ki, filmleriniz kutularda kalmasın, seyirciye ulaşsın.” Sinemanın geleceği hakkına umutlu olduğun söyleyen Abbas Kiyarüstemi, dijital kameraların yaygınlaşmasının sinemayı devlet elinden uzaklaştıracağını düşünüyor: “Yeni imkanlar, elbette yeni bir sinema doğuracaktır. Fakat önemli olan bunun nasıl bir sinema olacağı…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder