30 Ocak 2015 Cuma

Beni sev, beni öv, bana tabi ol!

Beş dalda Oscar’a aday olan ‘Foxcatcher Takımı’ ABD’de yaşanmış trajik bir olayı anlatıyor. Oyuncu kadrosunun takdiri hak ettiği film, klasik Hollywood anlatımının dışına çıkarak bir sistem eleştirisine dönüşüyor.Günlük hayatta bazı film repliklerinin olmadık yerde dost sohbetlerine sızması gibi büyük edebî eserler de iyi filmlerin içine sızar. Sızmaktan öte, o filme ruh üfler. F. Scott Fitzgerald’ın geçen yüzyılın eşiğinde yazdığı Muhteşem Gatsby (1925), “Altına Hücum” ile sembolleşen Amerikan Rüyası’nın erken dönem çöküşünü resmeder. Bu efsunlu rüya, çok çalışanın başarılı olacağı ve ödüllendirileceği, yetenek ve çalışma ile kısa sürede refahın ve şöhretin yakalanabileceği fikri etrafında şekillenir. Rüyanın en büyük motivasyonu ise ‘fırsat eşitliği’ sanrısıdır: Herkes eşit fırsatlara sahip; sen çalış, sen de başar!Bennett Miller’ın yönettiği Foxcatcher Takımı / Foxcatcher, Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby’si ile birlikte değerlendirilmeyi hak eden bir film. Hikâyesi, Amerikan Rüyası’nın Rambo ile sembolleşen, milliyetçi dalgayla büyüyen Reagan dönemine denk düşüyor.Ağabeyi Dave gibi başarılı bir güreşçi olan Mark Schultz, 1984 olimpiyat ve 1985 dünya şampiyonudur. Babasız büyüdüğü için ağabeyi ona babalık ve akıl hocalığı yapmıştır. Ancak ağabeyinin gölgesinde kaldığını ve hak ettiği değeri görmediğini düşünür. Film, bunun altını çizen bir sahne ile açılıyor. Ağabeyi müsait olmadığı için onun yerine bir ilkokula konferansa giden Mark, Amerikan değerlerini ve başarıya giden yolu anlatır. Fakat öğrencilerin pek umursadığı yoktur. Konferans bitiminde 20 dolarlık ücretini veren muhasebe görevlisi, onu ağabeyi zanneder ve “Dave Schultz, değil mi?” diye sorar. Ardından gelen sahnede Mark antrenmana hazırlanırken ağabeyi Dave, Güreş Federasyonu’ndan üst düzey yetkililer ile görüşmektedir. Dave’in işi bitince Mark’ı çalıştırmaya gelir ve 4 dakikalık diyalogsuz güreş sahnesinde yönetmen iki kardeşin ilişkisindeki rol dağılımını, bu ilişkinin nasıl ayakta durduğunu etkili bir şekilde gösterir.BİR RÜYANIN SONUMark Schultz, ağabeyinin gölgesinden kurtulma fırsatını zengin vâris John du Pont’tan gelen teklifte bulur. 1988 Olimpiyatları’na hazırlanmak için bir güreş takımı kurmaya çalışan John du Pont, Mark’ı şu sözlerle ikna eder: “Amerikan değerlerini yüceltmeliyiz. Tıpkı eskiden olduğu gibi, herkes hak ettiği değeri ve saygıyı görmeli. Senin hak ettiğin değeri görmediğini düşünüyorum. Sen sadece ‘Muhteşem’ Dave Schultz’un kardeşi değilsin. Sen ‘Muhteşem’ Mark Schultz’sun.” Bennett Miller, Schultz kardeşlerin ilişkisiyle açtığı filmin odağına bir süre sonra John du Pont’u yerleştiriyor. Filmin esas derdi, John du Pont’un kişiliğinde simgeleşen Amerikan rüyasıyla. Beyaz Saray’ı andıran evleri ve bir Amerika alegorisi kıvamındaki çiftlikleri ile Amerika’nın kristalize olmuş hali du Pont’lar. Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nda orduya silah satarak zenginleşen bu ailenin vârisi John’un en büyük amacı annesinin gözüne girebilmek. Bir ‘koleksiyoncu’ olan John’u birçok sahnede -Fitzgerald’ın sözleriyle- “Az önce birini öldürmüş gibi” görürüz. Madalyaları ve plaketleri biriktirdiği birkaç odası var. Kuşbilimci, kabuklu canlılar uzmanı, pul koleksiyoncusu, madalya koleksiyoncusu ve spor meraklısı... Schultz kardeşleri de başarı koleksiyonunun bir parçası ve iktidarının kuklası yapmak niyetinde.YA BENİMSİN YA DA TOPRAĞIN!Foxcatcher, Hollywood mahsulü herhangi bir yönetmen elinde pekâlâ John du Pont’un kişisel trajedisi, annesiyle kurduğu Freudyen ilişki, arkadaşsızlığı ve sevgisizlik travması ekseninde gelişen duygusal bir drama olabilirdi. Capote (2005) ve Kazanma Sanatı (2011) filmlerinde yetkinliğini kanıtlayan Bennett Miller, meseleyi yine can alıcı yerinden yakalamasını biliyor. Hikâyenin merkezine Schultz kardeşlerin dramatik hayat öykülerini ya da John du Pont’un duygusal travmalarını değil, doğrudan Amerika’yı yerleştiriyor. Başından sonuna seyirciye bir karakter gerilimi yaşatıp müthiş bir belirsizlik duygusu ve tekinsiz bir atmosfer inşa ediyor.Tam da burada, Kibarca Öldürmek / Killing Them Softly (2012) filminin çarpıcı repliğini hatırlayalım: “Amerika bir ülke değil, şirkettir.” Bu şirketin, türlü türlü başarı efsaneleri eşliğinde sunduğu rüyanın kibir, hegemonya, şovenizm ve histeri ile nasıl bir kâbusa döndüğünü gösteriyor Bennett Miller. Foxcatcher, son dönemde God Bless America (2011) ve Killing Them Softly ile birlikte Amerikan sistemini ince ince kıyan, sakin ama sert bir şekilde eleştiren nadir filmlerden biri. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Amerikan rüyasının insan ruhunda açtığı yaraları kalemiyle deşen Fitzgerald’dan beslenen Miller, aynı yüzyılın sonunda bu rüyanın bütün cesametiyle bir toplumun üzerine çöküşünü resmediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder