12 Şubat 2015 Perşembe

Kötülüğün kaynağı yaşadığımız toplumun içinde

15 Şubat’ta sona erecek olan Berlin Film Festivali’nde Türkiye’den üç film yer alıyor. Festivalin ‘Forum’ bölümünde En İyi İlk Film için yarışan Emine Emel Balcı’nın ‘Nefesim Kesilene Kadar’ filminin gösterimi 6 Şubat’ta yapıldı. Balcı ile filmini konuştuk.65. Berlin Film Festivali’nde Türkiye’den iki uzun ve bir kısa metraj film var. Forum bölümünde yer alan ve festivalde En İyi İlk Film için yarışan Nefesim Kesilene Kadar, Emine Emel Balcı’nın ilk uzun metraj filmi. Tekstil atölyesinde çalışan Serap adlı bir genç kızın hikâyesini anlatan film, sinemamızın en güçlü kadın karakterlerinden birine sahip. Festival Başkanı Dietter Kosslick’in “Bu yıl daha çok kadın filmi olacak.” dediği Berlinale’de Nefesim Kesilen Kadar, iyilik ve kötülük arasında gidip gelen güçlü ana karakteri ile dikkatleri çekti. Dardenne Kardeşler’in Rosetta (1999) filmiyle uzak akrabalığından dolayı eleştirmenler tarafından “Dardenne-esque” olarak nitelendirilen filmin yönetmeni Emine Emel Balcı, Dardenne’leri sevdiğini söylese de, birilerine öykünmek gibi bir niyetinin olmadığını belirtiyor. Esas derdinin, iyilik ve kötülük arasındaki ahlaki zeminin ne kadar kayganlaşabileceğini sorgulamak olduğunu ifade eden genç yönetmen, “Hiçbirimiz sandığımız kadar iyi ve saf değiliz.” diyor.Berlin seyircisinden nasıl tepkiler aldı film?Seyircinin etkileşiminden memnun kaldım genel olarak. Salonların doluluk oranı ve soru-cevaba kalan seyirci sayısı fazlaydı.Sinemamızın güçlü kadın karakterleri arasına girmeye aday Serap karakteri ve hikâye nasıl ortaya çıktı?Tekstil atölyelerinin görsel ve işitsel dünyasına eskiden beri ilgiliydim. Çok sinematografik buluyordum. Ama çalışması zor alanlar olduğu için, çoğu da illegal işletildiğinden oralara gidip gelmek zordu. Acaba oralarda bir belgesel çekebilir miyim diye düşünüyordum. Sonrasında genç bir kadını atölye dünyasına yerleştirme fikrinden Serap karakteri ortaya çıktı. Fikir olarak evveliyatı 6 yıl öncesine kadar gider ama olay örgüsü ve yan karakterler çok değişse de Serap aynı kaldı. Dolayısıyla o sinematografiye biraz kapılarak bir kurgu karakterin peşinden gittim.‘KADIN FİLMİNİ KADINLAR ÇEKER ALGISI YANLIŞ’Sinemamızda kadın karakterlerin belirli kalıplara sıkışmasını düşünürsek, senaryo aşamasından başlayarak, Serap karakterini çizerken nelere dikkat ettiniz?Sinemacı olarak baktığımda, çok içimizden insanların bile cinsiyetçi, belki bilerek ya da bilmeyerek ayrımcı bir tavır içine girdiğini düşünüyorum. Ama bunun tek sorumlusu sinemacının kendisi değil, öyle bir dünyada yaşıyor, öyle kodlarla büyütülüyoruz. Bunlar ister istemez bize sirayet ediyor, kadın yönetmene de erkek yönetmene de. Çok erkekleşmiş, maço bir yerden bakan kadın yönetmenler var. Bundan sıyrılmanın tek yolu, sürekli kendini kontrol etmek. Önce kendi hayatımda sonra da sinemacı olarak senaryonun içinde acaba bunlar var mı yok mu diye kendini kontrol etmek durumundaydım. Ayrıca, film kadın karakterlerden oluşuyor diye kadın filmi yapmış olmuyorsunuz. Ya da kadın yönetmensiniz diye kadın filmi yapıyormuşsunuz gibi algılanması da yanlış.Filmi izlerken ilk elde Erdem Tepegöz’ün Zerre’si ile Dardenne’lerin Rosetta’sı akla geliyor. Esin kaynaklarınız nelerdi ve filminizi benzer yapımlardan farklılaştırmak adına neler yaptınız?Senaryo aşamasında da bu tür geri dönüşler aldık. Dardenne’ler sevdiğim yönetmenler, Rosetta sevdiğim bir film. Onun ötesinde Bresson’un Mouchette (1967) filminden fazla ilham aldığımı söyleyebilirim. İşçi sınıfından genç bir kadını anlatıyorsanız bunlara benzetilmek kaçınılmaz. Her film bir sonrakini beslemiştir. Ama benim bunlarla hiçbir zaman derdim olmadı. Senaryo aşamasında da şunlara benziyor, başka bir şey yapayım ya da falancaya öykündüğümü zannederler başka bir yoldan gideyim demedim. Benim derdim daha başkaydı. Serap da az önce bahsi geçen filmlerdeki karakterler gibi hayatta kalmaya çalışan biri. Diğerlerinden farklı olarak ne yaptınız derseniz, ahlaki yönden meseleyi çok daha fazla ileri götürmek istedim. Dardenne’lerin ahlakçı bir yapısı var mesela. Ben ahlakî zemini mümkün olduğunca kayganlaştırmak istedim. Böylece Türkiye ekseninde kendimize birçok soru sordurabiliriz diye düşündüm.‘HİÇBİRİMİZ, SANDIĞIMIZ KADAR İYİ VE SAF DEĞLİZ’Başlarda iyi bir karakter olarak görünen Serap’ın içindeki kötülük daha sonra ortaya çıkıyor. Hatta seyirciye “Sıradaki kurban kim?” dedirtiyor. Serap’ın sınırlarından kuşkulanıyoruz; bu ahlaki zemini kayganlaştırırken sizin sınırlarınız neydi?Karakteri çizerken tarafsız olmaya dikkat ettim. Serap’ı kutsamak, cinsel obje yapmak ya da onun sıradan bir insan olmasını istemedim. Eğrisi ve doğrusuyla bir kadın karakter olsun istedim. Kötülüğün kaynağı, yaşadığımız toplumun içinde. Serap’ı bir insan kalabalığına yerleştirmemin amacı da buydu; çevrenin etkisi var. Ama tek sebep toplum değil. Bizim içimizde de iyilik ve kötülük var. İstediğimiz zaman onları oyuna sokabiliyoruz. Serap da saf bir insan değil zaten. Çünkü hiçbirimiz, sandığımız kadar ya da olmak istediğimiz kadar iyi ya da saf değiliz. En başta bunu kabul ederek yola çıktığım için Serap bu şekilde oldu.Berlin’den sonra festival yolculuğuna devam edecek misiniz?Davet aldığımız yerler var. Yapımcılarla birlikte karar verip bir takvim belirleyeceğiz. İstanbul Film Festivali de planlarımız arasında var, ama netleşmiş bir şey yok tabii ki. Vizyon tarihi olarak da Türkiye’de bir festivalde gösterildikten sonra düşünüyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder